• 1
  • 2
  • 3
  • 4
  • 5
  • 6
  • 7
  • 8
  • 9
  • 10
1 2 3 4 5 6 7 8 9 10
Çocukları ve çocukçuları severim...
Çocuk Hastalıkları Kongresi Açış Konuşması

Cappadoce Haziran 2003
 
Tahmin edebileceğiniz gibi bir dekan olarak bir çok toplantıda açış konuşması yapıyorum. Bazen toplantı konuları bana o kadar uzak oluyor ki, ismini bile telaffuz etmekte zorlanıyorum. Böyle kongrelerde ”Allahtan elimde kongre düzenleyicilerin bana verdiği bilgiler var” diye düşünürken, benden önce konuşan, kongre başkanı, dernek başkanı falan söylenebilecek her şeyi söylüyorlar… Ben de kürsüde, elimdeki notlarımla kalakalıyorum.

Ama bugün benim için durum çok farklı... Çocuk Hekimlerinin karşısında konuşuyorum ve ben bir Çocuk Cerrahıyım. Son yirmi yıldır… Yani Çocuk Cerrahisine başladığım günden beri hayatımda hep siz varsınız. Karımdan, çocuklarımdan, en yakın arkadaşlarımdan daha fazla sizinle beraberim yirmi yıldır.

Aslında, ilk tanışıklığımız, ilk flirt yıllarımız çok kolay olmadı benim açımdan… Öyle ya! Biz cerrahtık… Ne anlardı çocukçular bizim işimizden.. Doğru dürüst akut karın tanısı bile koyamazlar… Anal atreziyi 5. günde ancak fark ederlerdi.. Koca damara giremezler, gecenin bir yarısı cut-down için çağırırlardı. İlişkiyi mesafeli tutmakta fayda vardı….Biz böyle duymuş böyle öğrenmiştik hocalarımızdan.

Ama bu işte bir gariplik vardı.. Bizim sınıfın en iyileri Çapa ve Cerrahpaşa’da Çocuğa girmişlerdi. Mesafeli ilişki kurmamız istenenler 6 sene boyunca gıpta ettiğimiz ve başarılarıyla öğündüğümüz sınıf arkadaşlarımızdı. Hala daha bizden daha fazla çalışıyor, bizden daha fazla okuyorlardı. O nedenle genetik mirasımızı reddetmemiz ve önyargılarımızı silerek sizinle bir ekip olduğumuzu anlamamız çok zor olmadı..

Birlikte çok şey yaşadık… Kavga da ettik elbette… Ama daha çok şakalar yaptık.. Ya da daha çok onlar kaldı aklımda..

Safra yolları atrezisi şüphesi diye çağırmıştınız uygunsuz bir saatte. Viziti yarım bırakıp gelmiş… Sedyenin üzerinde uyuyan sapsarı minik bir kedi yavrusuyla karşılaşmıştık. Bozuntuya vermeden ve hasta sahiplerinin şaşkın bakışları arasında muayene edip tam rektal tuşe yapmaya çalışırken zor almıştınız kedi yavrusunu elimizden.

Ama elbette intikamı alınacaktı. Birkaç hafta sonra, sarı kedi yavrusu bulamadığımız için, sarıya boyamaya çalıştığımız tekir kedi elimizden kaçmış, ertesi sabah yarı boyalı kediyi bahçede gören ve bizim yaptığımızı öğrenen Adnan Salepçioğlu hocadan fırça yemiştik. Artık intikam şart olmuştu..

Üşenmeden servisten getirdiğimiz anal atrezili bebeği Kadın Doğumun yenidoğan odasında, sizin vizitinizden önce normal bir bebekle değiştirip

siz Çocuk Cerrahisine konsültasyon kağıdı yazdıktan sonra geri almıştık.

Bir yolunu bulup Daver Hoca’yı getirmiştik konsültasyona. Ne yeminler etmiştiniz çocuğun anüsünün açık olduğunu görünce. “Vallahi biraz önce kapalıydı hocam! Spontan perfore olmuş! “ falan diye… Biz korkudan gerçeği Daver Hoca’ya anlatamamış. Siz de “Çocukçuların anal atrezi’yi hep atlamaları” üzerine 45 dakikalık bir discour dinlemiştiniz.

Şimdi de aynı ilişkiler devam ediyor mu bilmiyorum Çocuk Cerrahları ile Çocuk asistanları arasında.

Ama ben o günleri çok özlüyorum…

Gece yarısı çalan telefonda “Abi, iki akut karın şüphesi, bir lober anfizem, bir dilim muzlu pasta ve taze çay seni bekliyor” diyen Salim’in sesini özlüyorum.

Soğuk kış gecelerinde elimde cut-down setiyle aceleyle inerken defalarca düştüğüm, Çocuk Kliniğinin buz tutmuş yokuşunu özlüyorum.

Hatta karanlıkta hiç ummadık yerde karşıma çıkıp, üzerimdeki kan kokusuna hırlayan Cerrahpaşa’nın bahçesindeki köpekleri özlüyorum…

Bilmiyorum, belki de ben aslında gençliğimi özlüyorum..

O çayların tadını bir daha hiçbir yerde bulamadım. Hani o her biri farklı biçimde.. çoğu ilaç firması amblemli bardaklarda içtiğimiz. Reçete kağıdından yapılmış külahlardaki toz şekerden koyup, plastik enjektör pistonuyla karıştırdığımız.

Neden hiç çay kaşığı bulunmazdı ve neden o kadar güzeldi çayın tadı hiç bilmiyorum..

Ne kadar çok zaman geçirdik birlikte.. kaç gece beraber sabahladık bir yenidoğan’ın başında.. Ne çok şey anlattık birbirimize … Sırdaş olduk… Hayaller kurduk geleceğe dair.. Birlikte umutlandık.. Birlikte kırdılar umutlarımızı bazen. Derdimizi anlatacak kimsemiz yoktu birbirimizden başka.. soğuk sarı ışıklı hastane koridorlarında...

Gerçekten de aynı şeyleri yaşıyor mu şimdi ki asistanlar?. Ya da farkındalar mı ne yaşadıklarının?.

Sevgili asistan kardeşlerim, uzaktan sizi seyrediyorum bazen. Çok basit şeylere sinirleniyor, anlamsız şeylere üzülüyorsunuz. Tıpkı zamanında, bizim sinirlendiğimiz ve üzüldüğümüz gibi.

Hayatınızdaki en zor ve sıkıntılı olduğunu zannettiğiniz günlerin bir an önce bitmesini istiyorsunuz. Bir an önce uzman , biran önce hoca olmak istiyorsunuz. Tıpkı bizim istemiş olduğumuz gibi.

Ama henüz bilmediğiniz bir şey var. 20 yıl sonra, herhangi bir gün herhangi bir yerde uzaktan kendi asistanlarınızı izlerlerken, ne kadar basit şeylere üzüldüklerine şaşarak siz de aynı soruyu soracaksınız. “Acaba ne yaşadıklarının farkında mı şimdikiler?”

Ve her şeye yeniden ve sıfırdan başlamak için, onların aralarına karışmak, 20 yıl geriye dönmek gelecek içinizden. Aynı bizim içimizden geldiği gibi. Ama eğer bir matrix’ten ibaret değilse her şey, ne yazık ki bu sizin için de mümkün olmayacak… bizim için olmadığı gibi.

Onun için sizden bir şey istiyorum. Nöbetlerde her biri farklı bardaklardan çay içerken bizi hatırlayın. Yani 20 yıl sonranızı… ve eğer çok da acil değilse sizi bekleyen işler, beş dakika daha ayırın kendinize, çayın tadını çıkarmak için. İnanın bir daha o çayın tadını hiçbir yerde bulamayacaksınız….